Onkolitik virüs tedavisi, temel olarak virüslerin doğrudan tümör hücrelerini enfekte etmesi ya da bağışıklık sistemini bu hücrelere karşı daha güçlü bir yanıt vermeye yönlendirmesi prensibine dayanıyor. Özellikle kontrol noktası inhibitörleri, CAR-T hücre tedavileri ve kanser aşıları gibi diğer immünoterapilerle birlikte uygulandığında, daha kapsamlı ve etkili sonuçlar elde edilebiliyor. Bu kombinasyonlar sayesinde hem kanserin tekrarlamasının önüne geçmek hem de yayılmış (metastatik) tümörleri ortadan kaldırmak mümkün hale geliyor.
Yeni çalışmalarda ise yön biraz değiştirilerek, bağışıklık sisteminin tanıdığı en güçlü tepkilerden biri olan organ nakli reddi mekanizmasının kanser hücrelerine yönlendirilmesi hedeflendi. Bu amaçla, Newcastle hastalığı virüsü (kuşlar için ölümcül olsa da insanlarda genellikle hafif semptomlara yol açar) genetik olarak modifiye edildi. Virüse, insan vücudunun yabancı dokulara karşı güçlü antikor yanıtı verdiği bilinen bir şeker yapısını üreten enzim—α1,3-galaktotransferaz—eklendi. Böylece, tümör hücrelerinin yüzeyinde “yabancı doku” benzeri yapılar oluşturularak bağışıklık sisteminin dikkatini bu hücrelere çekmek amaçlandı.
Bu sıra dışı yaklaşım, ilk olarak karaciğer kanseri bulunan maymunlar üzerinde test edildi. Sonuçlar oldukça umut vericiydi: Sadece plasebo (tuzlu su) verilen maymunlar ortalama dört ay içinde hayatını kaybederken, genetiği değiştirilmiş virüs uygulanan grupta altı aydan uzun süre hayatta kalan bireyler gözlemlendi.
İnsanlar üzerinde yapılan ön klinik denemelerde ise (ileri evre ve tedaviye dirençli 23 kanser hastası), bazı tümörlerde küçülme veya büyümenin durması gibi etkiler görüldü. Ancak tüm hastalarda aynı düzeyde ve kalıcı bir başarı sağlanamadı. Bu farklılıklar şaşırtıcı değil. Çünkü söz konusu insan çalışması, çok çeşitli kanser türlerini ve ileri evre hastaları kapsıyordu. Ayrıca bu hastalar, daha önce birçok farklı tedaviye maruz kalmış ve bağışıklık sistemleri zaten yıpranmış durumdaydı. Bu şartlar altında bile olumlu yanıt alınabilmiş olması, yöntemin potansiyelini gösteriyor. Elbette bu etkinin net olarak anlaşılabilmesi için daha geniş kapsamlı faz II ve faz III klinik araştırmaların yapılması gerekiyor.
Virüs temelli tedavilerle ilgili bir diğer önemli konu ise güvenlik. Kısa süre önce global bir pandemi yaşamış bir toplum olarak, akıllara ister istemez bu virüslerin çevreye yayılma riski geliyor. Orijinal Newcastle virüsü insanlar için zararsız kabul edilse de, genetik olarak değiştirilmiş versiyonlarının sağlıklı dokular üzerindeki olası etkileri mutlaka dikkatle test edilmeli. Ayrıca başta kuşlar olmak üzere diğer canlı türleri üzerinde potansiyel olumsuz etkiler de göz önünde bulundurulmalı.
Sonuç olarak, organ nakli reddi gibi güçlü bir bağışıklık tepkisinin kanser hücrelerine karşı yönlendirilmesi fikri, hem biyoteknoloji hem de immünoterapi alanında heyecan verici bir dönüm noktası olabilir. Bu yaklaşım, ileride kontrol noktası inhibitörleri gibi diğer tedavi yöntemleriyle kombine edilerek daha güçlü sonuçlar doğurabilir. Yeni nesil kombinasyon tedavileri, genetik mühendisliğin sunduğu imkanlarla birleştiğinde, kişiselleştirilmiş ve daha etkili kanser stratejileri ortaya koyabilir.
Ancak unutmamak gerekir ki, her kanser vakası kendine özgüdür. Bir hastada etkili olan bir yöntem, bir başkasında aynı sonucu vermeyebilir. Bu yüzden, kanser tedavisinde multidisipliner bir bakış açısı benimsemek ve her hastanın bireysel özelliklerini dikkate alan esnek stratejiler geliştirmek büyük önem taşır.
Referanslar
Zhong, Liping et al. “Hyperacute rejection-engineered oncolytic virus for interventional clinical trial in refractory cancer patients.” Cell vol. 188,4 (2025): 1119-1136.e23. doi:10.1016/j.cell.2024.12.010
Vijayakumar, Gayathri et al. “Engineering Newcastle Disease Virus as an Oncolytic Vector for Intratumoral Delivery of Immune Checkpoint Inhibitors and Immunocytokines.” Journal of virology vol. 94,3 e01677-19. 17 Jan. 2020, doi:10.1128/JVI.01677-19