Son 15 yıldır birçok çalışmaya konu olan ve popüler hale gelen longevity konusundaki tüm çalışmalar da bize bununla ilgili önemli ipuçları veriyor. Yaşam süresinin uzadığını hepimiz biliyoruz, ama bununla birlikte yaşam kalitesini düşüren kronik hastalıklara çözüm de beraberinde geliyor.
Yaşlanma: Bir nevi kronik hastalık!
Aslında yaşlanma belki de kronik hastalıkların en önemlisi ve hepsini kapsayan bir değişim süreci. Dolayısıyla yaşam süresini uzatmanın ve yaşlanmayı geriye döndürmenin; telomerlerimizin (Teleomer: DNA’nın ucunda yer alan ve DNA’daki genetik bilgiyi koruyan kapaklar) kısalmasını durdurmak gibi heyecan verici birçok çalışmanın, aslında bizi en çok zorlayan kronik hastalıkları da ötelemek ya da ortadan kaldırmakta büyük etkisi olacak. Uzun yaşamın sosyal, zihinsel, psikolojik, çevresel hatta felsefi boyutları üzerinde tartışılabilir. Ama sağlıklı bir uzun yaşam, tartışmasız hepimizin ilgisini çekiyor.
Yaşlanmanın ayırt edici özellikleri, bir anlamda kök nedenleri üzerinde yapılan çalışmalar hızlanarak devam ediyor. Bu yaşlanma faktörlerinin birkaçını ya da hepsini kontrol edebilirsek, durdurabilirsek yaşam süresinin 150 yıl gibi bir süre devam edebileceğini görüyoruz. Sadece daha uzun yıllar yaşamaktan ibaret olmayan; aktif, sağlıklı ve mutlu yaşam anlamına gelen “daha uzun ve canlı yaşam” artık çok uzakta değil.
Bayan Calment’in rekoru kırılacak mı?
Dünyanın kayda geçmiş en uzun yaşayan kişisinin Jeanne Calment olduğunu biliyor muydunuz? 1875 doğumlu bir Fransız olan Bayan Calment, 122,5 yaşına kadar yaşamış. Ancak çalışmalar öyle hızlı ilerliyor ki Jeanne Calment bir sonraki yüzyılın başında en uzun yaşayanlar listesinde olmayacak. Zira bu uzun yaşam bilimi artık milyarlarca yıllık evrimin yepyeni bir boyutuna geçiyor! Ve tabii araştırmacılara yüzlerce yıllık yaşamla ilgili çok önemli ipuçları veriyor. Daha önce de söylediğim gibi bunun sosyal, finansal ya da ulaşılabilirlik boyutları hepsi ayrı birer tartışma konusu. Ama hücre düzeyinde yaşlanmanın durmaktan öte, tamamen geriye gidebileceğini gösteren çalışmaların, yüksek maliyete ve mutsuzluğa neden olan kronik hastalıkları ötelemekte de etkili olacağına inanıyorum. Şu anda bütün dünyada üzerinde çalışılan yaşlanmanın çoklu sebepleri şöyle görünüyor: DNA hasarı ve bunun neden olduğu genom dengesizlikleri, hepimizin iyi bildiği enerji üretimindeki ana organel olan mitokondrinin fonksiyonlarının bozulması, metabolik değişikliklerin sebep olduğu yanlış besin algılaması, kök hücrelerin tükenmesi, telomerlerin aşınması, hücreler arası iletişimin bozularak enflamasyonu hızlandıran moleküllerin üretilmesi, sağlıklı protein metabolizmasının bozulması, zombie dediğimiz yaşlanmış hücrelerin birikmesi ve uzaklaştırılamaması ve üzerinde en çok çalışılan, hepimizin günlük hayatta daha fazla karşılaşabileceğimiz epigenetik çalışmalar. Araştırmacıların hepsinin, bu faktörler üzerinde çalışırken ortak görüşüyse şu: “Bu faktörleri ne kadar düzenleyebilirsek yaşlanmayı da o kadar yavaşlatabiliriz.” Ve tabii ek olarak “Yaşlanmayı yavaşlatabilirsek, sebep olduğu hastalıkları da önleyebiliriz, hastalıkları anlayabilirsek daha sağlıklı ve uzun bir yaşam sürdürebilir.”
Nobel ödüllü “genç kalma” araştırması
Kök hücre konusunu ele alalım: Diğer birçok hücre türüne dönüşme potansiyeline sahip ülkelerdir diyebiliriz kök hücreler için. Bu farklılaşmış hücrelerin yıpranmasını önleyebilirsek, hasarlı dokuları iyileştirmek ve hastalıklarla savaşmak için gerekli olan tüm farklılaşmış hücreleri üretmeye devam edebilirler. Günümüzde kök hücre tedavilerinin ne kadar arttığını biliyoruz. En yaygın kullanım şekli olan kemik iliği naklinin doku ret oranları giderek düşüyor ve bu tedavi tip bir diyabet, görme kaybı, artritli eklemler, Alzheimer ve parkinson gibi hastalıkların tedavisinde de kullanılıyor. Ve bu girişimler, şimdilik hastalığı ortadan kaldırmasa da yaşam süresini uzatıyor.
Aynı şekilde kromozom koruyan başlıklarda diyebileceğimiz telomerlerin aşınmasını oynayabilirsek, kısalmasını durdurabilirsek yaşlanmaya ve hastalanmaya zemin hazırlayan mekanizmaları da yavaşlatabiliriz. Bu verilerin ışığında 2009 yılında Nobel ödülü alan Telomeraz enziminin keşfi, üzerinde çalışılan konular arasına girdi. Nobel komitesi, bir tür “ebedi gençlik araştırması” olarak görülen, kromozomların telomer ve telomerazlarla nasıl korunduklarını ortaya koyan keşiflerinden dolayı, Avustralya asıllı ABD’li Elizabeth Blackburn ve ABD’li biliminsanları Carol W. Greider ile Jack W. Szostak’in bu ödüle layık gördüklerini açıklamıştı.
Bölünme becerilerini kaybetmiş ama ölmeyi reddeden ve bazı salgılar salgılayarak enflamasyona sebep olan yaşlı hücreler de bize zarar vermeye başlar. Yapılan tüm bu bilimsel araştırmaların ışığında şunu söyleyebiliriz: Bu hücreler ortadan kaldırılabilir ya da birikmeleri önlenebilirse dokularımızı daha uzun süre sağlıklı tutabiliriz. Aynı şey protein yapımı mekanizmasındaki bozukluklar için ve yukarıdaki diğer tüm sebepler için de geçerli.
Genelden özele yolculuk
Peki, tüm bu hastalık yapıcı ve yaşlanmaya giden yollar her birimizde nasıl işliyor? Bir başka deyişle hepimiz aynı hızda mı yaşlanıyoruz? Burada biraz biyolojik yaş kavramından bahsedebiliriz. Tabii burada kronolojik yaşımızdan değil hücrelerimizin yaşından bahsediyoruz.
Henüz standardize edilmiş bir test yöntemi yok ama kan testlerinde, doku örneklerinde bazı parametreleri inceleyerek, egzersiz kapasitesi, zihinsel ve psikolojik testlerle bazı performans ölçümleriyle biyolojik yaşı hesaplayabiliyoruz. Biyolojik yaşımız, dolayısıyla da yaşam süremiz; yaşanılan bölge, eğitim düzeyi, yeme alışkanlıkları, uyku düzeni, egzersiz alışkanlığı, sigara-alkol tüketimi (Sigara ve alkol sağlığa zararlıdır) ve tabii maruz kalınan stresle duygusal durumla yakından ilişkili.
Bu konuyla ilgili birkaç kan testini örnek verebiliriz: Tüm kronik hastalıklar için ele aldığımız şeker metabolizması, özellikleHbA1c, sRAGE, IGF1, kolesterol, creatinin, IL-6, hsCRP, WBC, DHEA, diğer bazı hormon düzeyleri, böbrek fonksiyon belirtileri, bağışıklık ve enflamasyon belirtileri bunların arasında sayılabilir.
Tüm bu saydığımız yaşlanma belirtilerinin her birisi için yaşam şekli değişiklikleri ve çeşitli moleküller üzerinde çalışılıyor. Tabii en çok hayal edilen bunların hepsini gerçekleştirebilecek tek bir maddenin keşfedilmesi! Henüz bilimsel olarak kanıtlanmış olmasa da bazı biliminsanları ve uzun-genç yaşam için kendi üzerinde çalışma yapan kişilerin kullanmaya başladığı moleküller var artık hayatımızda. NMN, NAD, Resveratrol, kuersetin, fisetin, urolithin A, spermidine, rapamycin ve tabi metformin bu maddelerin başında geliyor. Bu takviyeler ve diğer yöntemlerle uzun yaşam genlerinin uyarılması, Otofajinin desteklenmesi, enflamasyonun yavaşlatılması, mTOR inhibisyonu, AMPK enziminin aktive edilmesi ile hücre yenilenmesi ve yaşlanmayı geri döndürme çalışmaları devam ediyor. Bunların yanında Hiperbarik oksijen, sıcak ve soğuk uygulamaları, kan değişimi, özel egzersiz tedavileri, kök hücre uygulamaları, ozon tedavisi desteği uygulamaları tartışılıyor. Bunlara ulaşmak ve bunları sürdürebilmek şu anda hiç kolay görünmüyor. Günlük yaşamda temel bazı kuralları oturtmadan bunların tek başına etkili olması da çok mümkün görünmüyor. Yani, telomer çalışmalarından uzun yaşam genleri üzerine olan çalışmalara kadar hepsinin ortak görüşte olduğu epigenetik faktörleri en üste yerleştirmek gerekiyor.
Temiz bir beslenme, iyi bir uyku, hareketli aktif bir yaşam, temiz bir zihin, bilinçli bir öğrenme, iyi ilişkiler genlerimiz üzerinde ve yaşam süremiz üzerinde her zaman etkili olacak.
Yaşamı ve sağlığı bir havuz problemine benzetiyorum. Ne kadar hızlı gittiğimiz ya da yıprandığımız, aynı zamanda yaşamımızı nelerle ve nasıl doldurduğumuz, öğrendiklerimizi ne kadar uygulayıp bilinçlendiğimiz, yaşam ve sağlık matematiğini çözmekte çok önemli. Herkesin biyolojik, zihinsel ve ruhsal bütünlüğünün birbirinden farklı olduğunu biliyoruz. Bu katmanlar halindeki olağanüstü bütünü şekillendirmek ve iyileştirmek, kendimiz kadar dünyayı da 100 sene ve daha fazla yaşanılacak hale getirmek anlamına geliyor. Ve tabii tüm bunlar aynı zamanda mutlu ve sağlıklı bir yaşam sürmemizi sağlayabilir.